21 Aralık 2013 Cumartesi

Efendimizin Doğum Mucizesi

Efendimiz (s.a.v) 'in Doğum Mucizesi


Peygamber Efendimiz, milâdî 571 yılının 20 Nisan’ına tesâdüf eden 12 Rabîulevvel Pazartesi sabahında tan yeri ağarırken zuhûr âlemine tenezzül ederek Abdullâh ve Âmine’nin izdivac kucağında dünyâmızı şereflendirmiştir.

O’nun doğumu, peygamberliği, hicreti ve irtihâlinin, ilâhî bir tecellî olarak hep pazartesi günlerine rastlaması, bu günün ehemmiyetinin bir nişânesidir. Cemâl ve celâl tecellîsi olarak sevincin heyecânı ile hüznün burukluğu, bayram neşesi ile irtihâl elemleri berâber yaşanmaktadır.
Resûlullâh’ın kâinâtı teşrîf ettiği mübârek gecede bâzı hârikulâde hâller vukû bulmuştur. Bu mûcizelerden birkaçı şöyledir:
  • Hazret-i Âmine’nin bildirdiğine göre kendisi, ne hâmileliği ne de doğum esnâsında hiçbir zahmet çekmemiş ve Allâh Rasûlü dünyâya gelirken doğu ile batı arasını aydınlatan bir nûrun kendisinden çıktığını görmüştür. Peygamber temiz bir şekilde, ellerini yere dayayarak doğmuş ve başını semâya kaldırmıştır.(İbn-i Sa’d, I, 102, 150.)
  • O anda şeytan, hayâtında hiç olmadığı kadar büyük bir çığlık koparmıştır. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 271.)
  • İran başkadısı ve din adamı Mûbezân, rüyâsında birtakım serkeş develerin bir sürü yürük atları önlerine katarak Dicle ırmağını geçtiklerini, İran topraklarına yayıldıklarını görmüştür.
  • Semâve Vâdisi’ni su basmıştır.
  • Kisrâ’nın sarayından 14 sütun yıkılmıştır.
  • İranlıların, tapınaklarında bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşleri sönmüştür. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273.)
Hz. Ayşe’nin anlattığına göre Mekke’de ticâretle meşgul olan bir yahûdî, Resûlullâh’ın doğduğu gece, Allâh Resûlü’nün dünyâyı teşrîfinin alâmeti olan yıldızın doğduğunu görmüş, Kureyş meclislerinden birine giderek:
−Ey Kureyşliler! İçinizde bu gece çocuğu doğan var mı?” diye sormuştu.
−Vallâhi bilmiyoruz!” denilmesi üzerine yahûdî:
−Ey Kureyş cemaati! Size söylediğim şeyi iyi belleyiniz! Bu gece âhir zaman ümmetinin peygamberi doğmuştur. Onun iki kürek kemiği arasında, üzerinde tüyler bulunan siyah sarı karışımı bir ben vardır.” dedi.
Meclistekiler, yahûdînin söylediklerine hayret ederek dağıldılar. Evlerine varınca yahûdînin sözlerini âilelerine anlattılar. Bir kısmının âilesi:
−Abdullâh’ın bir oğlu doğdu. O’na Muhammed ismini verdiler!” dedi. Bunun üzerine onlar yahûdînin evine gidip:
−Mekke’de bir çocuk doğmuş, haberin var mı?” dediler. Yahûdî:
−Ben size haber verdikten sonra mı yoksa önce mi?” diye sordu.
−Önce doğmuş, ismi de Ahmed!” dediler.
İsteği üzerine onu Hazret-i Âmine’nin evine götürdüler. Hazret-i Âmine mübârek oğlunu onlara gösterdi. Yahûdî, Peygamber Efendimiz’in sırtındaki nübüvvet mührünü görünce bayıldı. Ayıldığı zaman, kendisine:
−Ne var, ne oldu?” dediler.
Yahûdî:
−Vallâhi artık İsrâîloğullarından peygamberlik gitti! Ellerinden Kitap da gitti! Son peygamberin, İsrâîloğullarını öldüreceği ve din adamlarının îtibârını düşüreceği yazılıdır. Araplar nübüvvetle büyük bir izzet ve şerefe erecekler. Ey Kureyş cemaati! Sevininiz, vallâhi siz, haberi doğudan batıya kadar ulaşacak bir kuvvete mâlik olacaksınız!” dedi. (İbn-i Sa’d, I, 162-163; Hâkim, II, 657/4177)
Resûlullâh’ın velâdetine bütün Mekke halkı sevinmişti. Hattâ Ebû Leheb, mübârek yeğeninin doğduğunu müjdeleyen câriyesi Süveybe’yi, âzâd ederek mükâfatlandırmıştı. (Halebî, I, 138.)
Bu hâdiseyle alâkalı olarak daha sonra Abbâs (r.a.) şunları anlatır:
Ebû Leheb’i ölümünden bir sene sonra rüyamda gördüm. Kötü bir hâlde idi:
−Sana nasıl muâmele edildi?” diye sordum.
Ebû Leheb:
−Muhammed’in doğumuna sevinerek Süveybe’yi âzâd ettiğim için pazartesi günleri azâbım biraz hafifletilmektedir. O gün baş parmağımla işâret parmağım arasındaki şu küçük delikten çıkan su ile serinlemekteyim.” cevâbını verdi. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 277; İbn-i Sa’d, I, 108, 125)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları

[ALINTI]

20 Aralık 2013 Cuma

Ne Güzel Cahildik


Ne güzel cahildik,


Televizyon yoktu.
Gazete de her zaman olmazdı. 
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!

Dışarıda kar... 
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki. 
Kuzinenin üzerinde demir maşa...
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri. 
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir
kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu
duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin
restoran katlarında boğucu bir gürültü ve
havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş
çocuklar ve gençler için ben ne kadar
yaşlıyım...
Dışarıda kar... İçeride kanaat... İçeride
huzur... Televizyon yoktu. 
Gazete de her zaman olmazdı. 
Öyle güzel cahildik ki,
keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
kokusuna râm olurduk. Kestane közlemek
büsbütün bir gecenin akıllara seza
mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler,
hatıralar... Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç
beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı
hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal
dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret
kalacağımız kimin aklına gelirdi? 
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve
mis gibi kokardı. 
Çay da kokardı... 
Domates de... 
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal
dükkânının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar... İçeride huzur... 
Zam endişesi,
doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma
telaşı, rejim tehlikesi... 
Kimin umurunda...
Ne güzel cahildik. 
Mutluluğun resmini çiziyorduk.

8 Aralık 2013 Pazar

Her şey her zaman göründüğü gibi değildir




İki melek yeryüzünü dolaşmaya çıkmışlar. Tabii insan kılığında. Akşam olmuş. Kentin en zengin semtinde lüks bir villanın kapısını Tanrı misafiri olarak çalmışlar. Ev sahipleri somurtarak buyur etmişler onları. Yemek falan teklif etmemişler. Sıcacık misafir odaları yerine, buz gibi ve nemli bodruma iki şilte atıp;
“Geceyi burada geçirebilirsiniz”
demişler. Şilteleri betona sererken, yaşlı melek duvarda bir çatlak görmüş. Elini uzatmış. Şöyle bir sürmüş yarığa. Duvar eskisinden sağlam olmuş. Genç melek:
“Niye yaptın bunu?” diye sormuş merakla.
“Her şey her zaman göründüğü gibi değildir” demiş yaşlı melek yavaşça.
Ertesi akşam melekler bir köy evinde çok fakir, ama çok iyiliksever bir aileye misafir olmuşlar. Her şeyleri bir tanecik inekleri imiş. Onun sütünü satıp geçiniyorlarmış. Ev sahipleri mütevazı sofralarına almış onları. Allah ne verdiyse beraber yemişler. Yatma zamanı gelince kadın:
“Siz uzun yoldan geliyorsunuz, yorgun olmalısınız”demiş. “Bizim yatakta siz yatın, bir rahat uyuyun. Biz şu divanda idare ederiz.”
Güneş doğarken uyanan melekler, zavallı adamla karısını iki gözleri iki çeşme ağlar bulmuşlar. Hayattaki tek servetleri inekleri bahçede ölü yatıyormuş. Genç melek öfkeden deliye dönmüş.
“Bunu nasıl yaparsın. Bu kadar iyi insanların yegane servetinin ölmesine nasıl izin verirsin. Önceki gece gittiğimiz villada her şey vardı, ama kötü ev sahipleri bize hiçbir şey vermediler. Sen onların bodrumlarını tamir ettin. Bu fakir insanlar bizimle her şeylerini paylaştılar ineklerinin ölmesine göz yumdun?..”
“Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat” demiş, yaşlı melek gene.
“Nasıl yani?” diye daha da öfkeyle yinelemiş sorusunu genç melek.
“Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat” demiş yaşlı melek bir daha. Ve anlatmış.
“İlk gittiğimiz zengin evinin o duvar çatlağının içinde yıllar önceden saklanmış bir hazine vardı. Ev sahipleri, zenginlikleri ile çok mağrur, ama hiç paylaşmayı sevmeyen insanlar oldukları için bu defineyi bulmayı hakketmemişlerdi. Çatlağı kapayıp, onları bu hazineden ebediyen mahrum ettim. Dün gece fakir köylünün yatağında yatarken ölüm meleği, adamın karısını almaya geldi. Kadının hayatını bağışlamasına karşılık ona ineği verdim. Her şey her zaman göründüğü gibi değildir. İşler bazen istendiği gibi gitmez göründüğünde, aslında olan budur. Eğer inançlı isen, her işte bir hayır olduğunu düşünürsün.
O hayrın ne olduğunu da, bir süre sonra anlarsın..