15 Kasım 2015 Pazar

Oruç Tutmayan Kedi



Bir zamanlar Fatih Camiinde Beşiktaşlı Cemal Hoca vardı. Tebessüm ettirici vaazlar yapar, hem düşündürür, hem güldürürdü. Tebessüm ettirdiği fıkraları da hep hanımı üzerine inşa ederdi.
Birgün yine Fatih Camiinde, bir Ramazan gününde vaaz ediyor. Dışarıda oruç tutmayanları, başı açıklan, namaz kılmayanları görüyor, onlara birşeyler demesi lazım, ama direkt olarak birşey de söylemek istemiyor.
Konuya şöyle giriyor. Şu Hacı Cemal var ya, bu saf hanımla nasıl yaşayacak, nasıl idare edecek, bilemiyorum. Diyeceksiniz ki:
"Senin hanım çok mu saf?"
Aman sormayın, o kadar saf, o kadar saf ki, isterseniz bir saflık örneği vereyim de bakın anlayın. Hacı Cemal'in de bu saf hanımla nasıl yaşayacağını siz düşünün.
Efendim, öğle namazından önce abdestimi aldım, cübbemi giydim, kapıya da çıktım, buraya vaaza gelmek üzere ayakkabılarımı giyerken bizim hanım da mutfakta iftarlık yemek hazırlıyordu. Birden feryadı bastı.
"Eyvah, bu da mı gelecekti başıma?"
Hemen ayakkabılarımı çıkardım, mutfağa doğru koştum, baktım, mutfakta birşey yok. Dedim ki:
"Hanım, yangın alarmı verir gibi ne bağırıyorsun öyle? Ne var?" Dedi ki:
"Görmüyor musun kediyi?"
"Görüyorum, kediye ne olmuş?"
"Daha ne olacak? İftarlık pideleri yiyor" demez mi? Tepem attı.
"Hanım sen de ne kadar cimrisin. İnsan bir pide için bu kadar çığlık atar mı? İşte camiye gidiyorum. Ne kadar pide istersen alır getiririm, hem de tazesinden" deyince, hanım bu sefer saf saf bana baktı, dedi kir
"İlahi hoca, asıl saf olan sensin! Ben pideye mi acıyorum? Görmüyor musun, şu mübarek Ramazan gününde hayvan oruç tutmuyor, oruç? Şapur şupur pide yiyor. Ben hayvanın oruç yediğine kızıyorum, ona üzülüyorum."
Tepem iyice attı. Ben de dedim ki:
"İlahi hatun, sen bilmiyor musun ki, hayvanlar oruç tutmaz, sen bilmiyor musun ki hayvanlar namaz kılmaz, sen bilmiyor musun ki, hayvanlar açık yerlerini örtme ihtiyacı duymazlar."
Cemal Hoca cemaate döner: "Nasıl bizim bu saf hatuna iyi söylemiş miyim?"

Salih Adam ile Salih Karısı


İsrailoğulları için salih bir adam varmış. Onun da salih bir karısı varmış. Allah Teala o zamanın peygamberine şöyle vahyeder:
- "Filan salih kula git, söyle. Ben onun ömrünün yarısını zengin kıldım, yarısını da fakir. Eğer gençliğinde zengin olmayı seçerse, biz onu gençliğinde zengin kılar, ihtiyarlığında da fakir kılarız. Eğer zenginliği ihtiyarlığında isterse biz onu gençliğinde fakir, ihtiyarlığın da ise zengin kılarız."
O zamanın peygamberi adama bunu bildirir. Adam karısına gelip, durumu anlatır ve:
- "Bu hususta fikrin nedir?" diye sorar. Karısı:
- "Sen seç" der. Adam karısına:
- "Ben fakirliğin gençlikte olmasını seçtim. Çünkü ben o zaman yoksulluğa ve Rabbime ibadet etmeye sabredebilirim. İhtiyarladığım vakit, zengin olursam geçim sıkıntısı çekmem, yiyeceğim bulunur, Rabbime ibadet ve taatte bulunmaya da gücüm, kuvvetim bulunur. Bunun üzerine karısı şöyle der:
- "Ey adam! Eğer gençlikte fakir olursan, Allah’a ibadet etmeye gücün yetmez, çünkü biz o vakit, geçim derdi ile meşgul olur, Allah’a ibadet ve taatta bulunmaya ve tasaddukta bulunmaya eremeyiz. Eğer zenginliği gençlikte seçersek, vücutlarımızın ve bedenlerimizin kuvvetli olmasından dolayı, Allah’a ibadet ve itaat etmeye gücümüz yeter. Adam karısına:
- "Görüşün çok güzel, ben de böyle yapacağım" der. Bunun üzerine Allahü Teala o peygambere şöyle vahyeder:
- "O adam karısına, Allahü Teala şöyle buyuruyor de:
- "Siz bizim taatimizi tercih ettiniz. Siz bütün çalışmalarınız bana ibadet etmenize ayırdınız. Ve her ikinizin niyeti hayır işlemekte birleşti, ben de sizin bütün ömrünüzü zenginlik içinde geçirmenizi takdir ettim. Sen ve ailen bana ibadet ve taat üzere olun. Dilediğiniz sadaka olarak verin ki, dünyada ve ahirette nasibiniz olsun. Allah her şeyden müstağnidir."

23 Eylül 2015 Çarşamba

Affet Babam

AFFET BABACIĞIM [İBRETLİK BİR KISSA]


Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu.
Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Babasını yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti . Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu; "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Oğlu sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve
torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.
Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.
Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti,
içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.Oğlu ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın
vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.
Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de
kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve oğlunun elini tutup hızla barakayı terk etti. Arabaya bindiler.
Oğlunu yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Bir süre sonra Oğlu: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...
Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...
"Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum."

25 Ağustos 2015 Salı

Şeytanla Savaşan Genç

ŞEYTANLA SAVAŞAN GENÇ..



Horasan’da bir genç vardı. Gönlü ilim aşkıyla mum gibi yanıyordu. Iraka gitmiş, ilim peşinde bir hayli koştuktan ve bir çok şey öğrendikten sonra memleketine dönmek üzere hazırlanmıştı. Adeta sevincinden köpürüp taşıyor, kendisini bir kelebek kadar nazlı görüyordu. Tam bu an ariflerden biri ile karşılaştı. Gönlü yüce arif onu denemek için:
-Evladım, dedi. Horasan’da şeytan var mı?
Genç atıldı:
-A efendi, onun olmadığı yer mi var?
-Orada şeytanla nasıl savaşırlar?
-Ona karşı gelmekle!
-Ya tekrar gelirse?
-Yine ona karşı gelirler.
-Tuhaf şey!
-Neden tuhaf olsun?
-Bütün ömrümüz şeytanla didişerek mi geçecek?
Genç adamın aklı allak bullak oldu:
-O halde ne yapmalı? dedi.
Yüce arif söyle buyurdu:
-Yolda azgın bir çoban köpeğine rast gelirsen sana dişlerini gösteren köpeği kovmakla uğraşmak kar etmez. Köpekten kurtulmanın en kestirme çaresi sahibini çağırmaktır. Çünkü sahibi ona hemen söz dinletir ve seni korur.
Şeytanla savaşmanın yolu da budur, yani Allah’a yönelmektir.

8 Haziran 2015 Pazartesi

Anaya Hizmet Cennet Kazandırır

Annenin hizmete ihtiyacı var

İki kardeş vardı. Yatalak annelerine bir gece biri, diğer gece öteki bakacaktı. Öyle anlaşmışlardı. Abid olan nafile ibadete çok düşkündü, sabaha kadar ibadet ederdi. Bunun için, kardeşine, (Bugün de anneme sen
hizmete devam et, ben de yine ibadet edeyim) derdi.
Annesine bakma sırası hiç ona gelmezdi. Kardeşi, onun da sevap kazanması için Abid olan kardeşine, bazen (Bugün sıra sende) derdi. Bu Abid genç, rica eder, sabaha kadar ibadetle meşgul olurdu.

Yine bir gece sabaha kadar yaptığı ibadetten duyduğu hazdan dolayı kardeşine, her zaman olduğu gibi sırayı bozarak, (Bu gece de bana izin ver ibadet edeyim) dedi. Kardeşi kabul edip annesine hizmete gidince, bu ibadet etmeye koyuldu.

Bir ara uyuya kaldı ve bir rüya gördü. Rüyasında nurani yüzlü bir zat buna dedi ki:
- Kardeşin affedildi.
Genç merakla sordu:
- Ben niye affedilmedim?
- Sen de affedildin ama, kardeşinin yüzünden affedildin.
- Ben Allahü teâlâya ibadet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat benim onun yüzünden affedilmemin hikmeti nedir?
O zat dedi ki:
- Allahü teâlâ size nafile ibadeti farz kılmadı, ama ana babaya iyiliği hizmeti farz kıldı. Üstelik annenin hizmete ihtiyacı var. Kardeşin emre uyduğu için kazandı ve yükseldi. Onun sayesinde sen de affedildin....

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur.) [İslam Ahlakı]

Hazret-i Musa, Cennetteki komşusunun kim olduğunu Hak teâlâdan sorup öğrendikten sonra yanına gider. Bu bir kasaptır. Kasap, bir parça et pişirir. Asılı zenbili aşağı alır, çok zayıf bir kadına et ve su verir. Üstünü başını temizleyip, zenbile koyar. Kasap, (Bu annemdir. Yaşlanıp bu hale girdi; sabah-akşam böyle bakarım) der. Kasabın annesinin, (Ya Rabbi oğlumu Cennette Musa aleyhisselama komşu eyle) dediğini Hazret-i Musa da işitir. Kasaba, (Müjde, Allahü teâlâ, seni Musa aleyhisselama komşu etti) buyurur. (Şir’a)

(Ana-babasına iyilik eden evlat, Peygamberlerle beraber Cennete girer.) [İ. Rafii]


[ALINTI]

Fatiha Süresinin En Güzel Manası


Dostlar, Fatiha süresinin derin anlamına gelin beraber bakalım.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular:
"Cebrâil (a.s) bana dedi ki: Allâhü Teâlâ sana selâm söylüyor ve buyuruyor ki:
Kul benim huzurumda namaza durup "Allâhu Ekber" dediğinde onunla aramızda bulunan perdeyi kaldırırım.
Kul "elhamdü" dediğinde 
Allâhü Teâlâ, "Hamd kime mahsustur?" diye sorar, o da "lillâhi" diye cevap verir.
Allâhü Teâlâ, "Allah kimdir?" diye sorunca "Rabbilâlemîn" der. "Alemlerin Rabb'i kimdir?" buyurunca "Errahmânirrahîm" der.
"Rahman ve Rahim kimdir?" diye sorunca "Mâlikiyevmiddîn" der.

 Bunun üzerine Allâhü Teâlâ,
"Ey kulum, din gününün sahibi benim" der. Kul, "İyyâke na'budu ve iyyâke nesteîn; Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz" deyince

Allâhü Teâlâ, "Ey kulum, mademki yalnız bana kulluk edip yalnız benden yardım istiyorsun, o halde istediğini dile ki sana verilsin" buyurur.
Kul "İhdinâ; bize hidayet et" deyince Allâhü Teâlâ,
"Hangi hidayeti istiyorsun?" buyurur. Kul "Essırâta'l-müstakîm; "Sırât-ı müstekîmi, doğru yolu" deyince Allâhü Teâlâ,
"Hangi yolu istiyorsun?" diye sorar. Kul "Sırâtallezîne en'amte aleyhim" "Kendilerine in'âm ettiğin bahtiyarların yoluna" deyince
Allahü Teâlâ:
"Ey meleklerim, siz de şahit olun ki ben bu kulumu, kendilerine nimet verdiğim peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salihlerle beraber kıldım" buyurur. Kul,
"Ğayri'l-mağdûbi aleyhim veleddâllîn; Ne o gadap olunanların, ne de sapkınların" deyince 

Allâhü Teâlâ tekrar meleklere, "Şahit olun ki ben bu kulumu nimet verdiğim kimselerden kıldım, gazaba uğramışlardan ve sapkınlardan eylemedim" buyurur.

Kul "Amin" deyince onunla beraber bütün melekler de "Amin" derler..


Müslim, Müsâfirin 254; Nesâî, İftihah 25.



Allah okuyandan ve okuduğu kıssadan ders çıkarandan razı olsun..

Hz Süleyman ve Azrailden Kaçan Adamın Kıssası


Hz. Süleyman'ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman'la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman (a.s) benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar:
- Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana...
Adam telaş içinde:
- Bu sabah karşıma Azrail (a.s) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı..
- Peki ne yapmamı istiyorsun?"
Adam yalvarır:
- Ya Süleyman, Azrail bana çok tuhaf baktı. Ne olur Rüzgâra emret, beni buradan alıp Hindistan'a götürsün.
Hz. Süleyman, adamın haline acır ve isteğini yerine getirir.
Öğleye doğru Hz. Süleyman, divanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır:
- Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?" der.
Azrail (a.s) cevap verir:
- Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öfkeyle,hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (cc) bana emretmişti ki:
- "Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan'da al!" Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan'da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm.
_________________________________
Kıssadan hisse, size tayin edilen vakitten kurtulup daha fazla yaşamanız mümkün değildir. Ecelden kaçılmaz. Ve ecel, bir gün mutlaka başımıza geleceğine göre ha bugün ha yarın, ne fark eder?

Bir Annenin Kızına Nasihatleri

BİR ANNENİN KIZINA NASİHATLERİ


Bir annenin kızına en güzel nasihatini buyrun beraber dinliyelim..


Yürek sızım, inci tanem, gözümden sakındığım, 
koklamaya kıyamadığım ciğerparem, can kızım!...
Sana anlatacaklarımı dinle ve sakın unutma..... 
Çünkü bu dünyada sana annenden daha yakın bir dost bulamazsın..
-
Sen benim en değerli hazinemsin kızım..
Bana Rabb'imin en güzel hediyesi sin... Sen geleceğin annesisin..
Ayaklarının altına cennet serilen sin kızım. Toplumun öğretmenisin…
Rabb’ini tanı, kulluğun tadına var ve O’ndan gelen her şeye razı ol ki,
O’da senden razı olsun...
Şunu bil ki; Seni Yaratan Rabbin seni senden iyi tanır..

Sana senden daha yakındır..
Senin için en doğru olanı elbette bir tek O bilir...
Can parçam, hayasız insanların çirkin hayallerinde aktör olmanı istemem. Yaban bakışların seni incitmesine gönlüm razı olmaz...
Özgürlük yalnız Allah’a kullukta gizlidir..
Allah’a asi olarak insanları memnun etmeye çalışanlar
hiç bir zaman mutlu olamazlar. Açılıp saçılmak Yaradanına asi olmaktır.
Bir ayeti hiçe saymaktır. Kapılarını tüm tehlikelere karşı açık bırakmaktır..
-
Bir kadın herkesin olamaz kızım,
bir kadının bedenini herkes göremez, ona herkes dokunamaz..
Sen Rabbine asi olma ki, izzet ve şeref seni terk etmesin,
sen hayayı, iffeti kuşan ki, Allah senden hoşnut olsun ve seni tüm kötülüklerden korusun..Sen dosdoğru ol ki doğrularla beraber olasın..
Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmuştur..
Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara;
temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır…

(Nur suresi 26.ayet)
-
Sen güzelliğini, kadınlığını şeytanlaşmış insanlardan gizle yavrum.
Sana Rabbinin emrettiğini yap ve yalnız Allah’a tevekkül et...
Sen tesettürü bedeninde bir cevher gibi taşı.
Çünkü gözüne tesettür inmemiş namertler çok kızım...
Sen Nûr suresi 31. ayeti Allah’ın emaneti bil ve ona göre yaşa ciğerparem...
Çünkü Nûr suresi 30.ayeti anlamayan, edep yoksunu erkekler çok…!
-
Kadın ol, anne ol ve şahsiyetli, haysiyetli erkekler, kızlar yetiştir.
Çünkü özünden, dininden, Rabbin den uzaklaşmış bu toplum çok hasta..
Bu toplumun şahsiyetli, namuslu babalara, senin gibi iffetli, hayalı annelere çok ihtiyacı var kızım…
Dünyayı silkeleyip kendine getirecek analara ihtiyacı var…
Batının karanlık girdabını bize süslü gösterdiklerinden beri kapanmaz yaralara duçar olduk. Biz bizi unuttuk göz bebeğim..
Biz Rabbimizi unuttuk..


Allah okuyandan ve okuduğu kıssadan ders çıkarandan razı olsun..

15 Mayıs 2015 Cuma

Evlenmek İstiyen Güzel Kadın

Evlenmek isteyen çok güzel bir hanım vardı. 
Bu hanım çok dindar bir eş istiyordu, öyle ki bu adam her gün Kur’an-ı Kerim’i hatmedecek, yılın her günü oruç tutacak ve geceleri uyanık kalıp sürekli ibadet edecekti.



Bu hanım çok güzel olduğundan, birçok talibi çıktı fakat hiçbiri bu istekleri karşılayabileceğini söyleyemiyordu. Ta ki bir adam çıkıp tüm bunları yapacağını söyleyene kadar. Böylece imam onları evlendirdi.

İlk geceden sonra hanımı baktı ki eşi ne Kur’an’ı hatmediyor, ne oruç tutuyor ne de gece ibadetiyle uykusuz kalıyordu. Hanımı ona süre tanımak istedi, birkaç hafta içinde belki durumu değişirdi. Eşi durumunu değiştirmedi ve hanımı boşanmak istedi.

İkisi de kadı karşısına çıkarıldı, kadı sordu:

— ‘‘Evliliğin koşulları nelerdi?’
Adam cevap verdi:

— ‘‘Benim her gün Kur’an-ı Kerim’i hatmetmem, yılın her günü oruç tutmam ve bütün gece Allah’a ibadet etmemdi.

Kadı sordu:
— ‘‘Peki, yaptın mı?’

Adam sakince cevapladı:
— ‘‘…Evet.’

Kadı:
— ‘‘Yalan söylüyorsun, hanımın yapmadığını söylüyor, bu sebeple de senden boşanmak istiyor.’ dedi.

Fakat adam tüm bu koşulları yerine getirdiğinde ısrar etti, bunun üzerine kadı sordu:
— ‘‘Her gün Kur’an-ı Kerim’i hatmettin mi?’

Adam:
— ‘‘Evet.’ dedi.

Kadı şaşkına döndü ve sordu:
— ‘‘Nasıl… Nasıl yapabildin?’

Adam gayet rahat bir tavırla,
— ‘‘Her gün üç kez ihlas suresini okudum ve Peygamber Efendimiz (sav)’e göre bu Kur’an’ın tamamını okumaya denktir.’ dedi.

Kadı merakla sordu:
— ‘‘Peki nasıl bütün yıl oruç tuttun?’

Adam cevapladı:
— ‘‘Ramazan orucunu ve altı gün Şevval orucunu tuttum. Peygamber Efendimiz (sav)’e göre bu tüm yılı oruçlu geçirmek gibidir.’

Kadı bir şey diyemedi, adamın yalancı olduğunu söyleyemiyordu. Son olarak sordu,
— ‘‘Hanımın tüm gece uyuduğunu söylerken, nasıl uyanık kalıp Allah’a ibadet ettin?’

Kadı adamın bu sefer cevap veremeyeceğini düşünüyordu. Fakat adam gayet soğukkanlılıkla cevap verdi:
— ‘‘Yatsı namazını cemaatle kıldım, ertesi gün de sabah namazını cemaatle kıldım. Peygamber Efendimiz (sav)’e göre yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan tüm gece Allah’a ibadet etmiş gibidir.’

Kadı adama bakakalmıştı ve hükmü vermek üzereydi. Adama ve hanımına dönüp şöyle dedi:

— ‘‘Dava düşmüştür, evliliğinizde hiçbir problem yoktur.’

Çıkarılacak Ders: İslam gerçekten kolay bir din, eğer samimiyetle uygulamak isterseniz...

Dört Eşli Kral


Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralının 4 esi varmış. Kral en çok dördüncü eşini severmiş, bir dediğini iki etmez, her şeyin en güzelini en iyisini ona verirmiş. Kral üçüncü eşini de çok severmiş.
Bu güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır, üzerine titrermiş.
İkinci eşini de severmiş kral. Kendisine karsı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, kralın ne zaman bir derdi olsa daima onun yanında bulunur sorunun çözümünde ona destek verirmiş.
Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın. Onu en çok seven, karşılık beklemeden seven, sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen, kral birinci eşini sevmezmiş ve onunla hiç ilgilenmezmiş.
Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. Yakında öleceğini anladığı ve öldükten sonra yapayalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisinin ölüm yalnızlığını kendisi ile paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istemiş.
En çok sevdiği dördüncü eşine ölüm yolculuğunda kendine eşlik etmek ister mi diye sorduğunda aldığı yanıt kalbine bıçak gibi saplanan kısa ve net :
– "Mümkün değil" olmuş...
Hayatım boyunca seni sevdim. Sen benimle birlikte ölmeyi kabul eder misin sorusuna üçüncü eşi de :
– "Hayır, hayat çok güzel. Sen ölünce ben yeniden evleneceğim" diye yanıt vermiş.
Kral bir kez daha yıkılmış. Her sorunumda her zaman yanımda olan bana yardım eden sendin, bu sorunumda da bana yardımcı olur musun talebine karşı ikinci eşinden;
– "Bu sorunun için hiç bir şey yapamam, olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım" karşılığını almış.
Büyük bir hayal kırıklığı yasamakta olan kral birinci eşinin sesi ile irkilmiş.
– "Nereye gidersen git seninle olurum, seni takip ederim...
Yaşamda hepimiz 4 eşliyiz aslında.
*Dördüncü eşimiz; Vücudumuz. Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir.
*Üçüncü eşimiz; Sahip olduğumuz servetimiz ve statümüzdür. Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır.
*İkinci eşimiz; Ailemiz ve dostlarımızdır. Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey bu dünyadan gözleri yaslı bizi uğurlamak olacaktır.
*Birinci eşimiz ise; Ruhumuzdur. Bizimle gelir...o halde yatırım yapacaksak ruhumuza yapalım. Ruhumuzun gıdası ise bellidir; dua, ibadet ve tevekkül…

12 Mayıs 2015 Salı

Bu Çeşmeden Su İçmek Müslümana Haram

Müslümanlara bu çeşmeden su içmek haram!


Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş:“Her kula helâl, Müslüman’a haram!”
Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…
*Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama. Adam:
- “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış:
- “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:
- “Nedir gerekçen?” diye sormuş. Adam:
- “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:
- “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?” Adam, başı önünde konuşur:
- “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”
- “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”
- “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”
- “Eeee!”
- “Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam:
- “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.
- “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:
- “Bitti mi?” demiş adama.
- “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.
- “Şimdi nedir isteğin?”
- “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler.
Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:
- “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”
- “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!”
- “Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…”
- “Sorma, sorma…”
Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:
- “Eee, ne olacak şimdi? Adam:
- “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:
- “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”
Sultan acı acı tebessüm etmiş:
- “Hava bile haram, hava bile!” demiş.
¥Çağımızda durum farklı mı? Müslüman milletlerin birbirleri eliyle katliamı sürerken Haçlı, Siyonizm siyasi ittifakı askeri, politik, kültürel baskılar ve oyunlarla dünya düzenine keyfince yön veriyor. İslam ülkelerinin sosyal, siyasî, ekonomik ve dinî yapısı incelenerek stratejiler geliştiriliyor.
Müslümanlar ise dünyaya barış huzur ve adalet sağlayacağına; birlik ve beraberlik içinde, dimdik, güçlü ve kendi halkına refahı yaşatan taraf olacağına ezilen, zulme uğrayan, işkence gören, öldürülen taraf.
Mısır’da kavga, Irak’ta çatışma, Suriye’de katliam, Cezayir’de iç mücadele, Filistin’de gruplaşma, Çeçenistan’da ihanet, Somali’de açlıkla ölüm, Patani'de umursamazlık… Ölen, gözyaşı döken, aç kalan, yağmalanan hep Müslümanlar.
Hıristiyan-Yahudi ortaklığı İslam’ı ve Müslümanı düşman sayıp, yok etmek için her fırsatı değerlendirirken Müslümanlar birbirleriyle didişiyor.
Tüm dünyada Müslümanlar öldürülüp şehit edilirken, yüz binlercesi açlık sınırında yaşarken, hemen her gün bir İslam toprağına saldırılar sürerken, Müslüman milletlerin milli değerleri, zenginlikleri, namusları yağmalanırken, Müslümanlar kendi vatanlarında adeta esir konumunda yaşamaya mahkûmken, ya da yurtlarını terk etmeye mecburken Müslümanlara çeşmeden su içmek haram değil mi?

4 Nisan 2015 Cumartesi

Hasan-ı Basri Sahabeyi Anlatıyor

Hasan-ı Basri sahabeyi anlatıyor



Öncelikle Hasan-ı Basri'nin kim olduğunu belirtmek lazım. Babasının adı Yesar'dır. Meşhur sahabi Hz. Zeyd bin Sabit'in azatlı hizmetçisiydi. Hicretin 21. yılı doğdu.

Peygamberimiz'in (s.a.v.) eşi Ümmü Seleme'nin evinde büyüdü. Sahabeyle içli dışlı oldu. Büyük bir alim ve müthiş bir hatipti. Gittiği yerlerde derin etki bırakıyordu.

Dilinin sadeliği, konuşmalarının ve üslubunun düzgünlüğüyle tanınırdı. Heyecanlanmadan konuşurdu. İşte bu büyük alim ve hatip ilk dönem müminlerini, yaniHz. Peygamber'in sahabesini şöyle anlatıyor:

 Vah... Yazıklar olsun size. Dininizi sakız ettiniz:

"Vah vah, yazıklar olsun; aşırı istekler, hayali beklentiler, insanları mahvetti. Laflar çok, amel ve uygulamalardan hiçbir eser yok. İlim var, fakat gereğini yerine getirmek için ne azim ne de bir gayret var. İman var fakat yavan ve kuru. Her taraf insan dolu ama kafalarında beyin yok. Gelip gidenleri, onların hışırtılarını duyuyorum ama içten bir dost göremiyorum (samimi insan yok). Millet önce girdi (İslam'ın özüne), vallahi sonra da çıktı. Önce her şeyi öğrendiler, sonra inkâr ettiler. Önce haram olduğunu kabul ettiler, sonra da helal saydılar. Sizin dininiz nedir? Ağzınızda sakız. 

***

 Birinize "ahiret gününe inanıyor musun" diye sorulsa hemen, evet der. Kıyamet gününün sahibine yemin ederim ki yalan söyler. Halbuki, mümine yakışan dinde sağlam olması, iman sahibi ve kesin inançlı olmasıdır. Onun ilmi için hilim, hilmi için de ilim süs olmalı. Akıllı fakat yumuşak huylu olmalı. 

Güzel giyimi ve zorluğa katlanması yoksulluğunu örtmeli. Zengin olursa itidalli olmayı elden bırakmamalıdır. Sadaka ve fakirlere harcamalarında şefkatli, perişan durumda olanlara merhametli, haklıya hakkını vermekte cömert ve geniş kalpli, adalet ve insafta dürüst olmalıdır. 

 Kusur arama. Alay etme. Laf taşıma... 

Mümin birinden nefret ettiğinde aşırıya gitmez. Birine sevgi ve muhabbet beslediğinde onun hakkında dinden taviz vererek, onu kaydırarak günah işlemez. Ne kusur arar, ne de alay eder. Laf taşımaz, zevk ve sefa peşinde koşmaz. Lüzumsuz sözlerle boşboğazlık yapmaz. Hakkı olmayan şeyin peşine koşmaz. Sorumlusu olduğu şeyi reddetmez. Özür göstermekte haddi aşmaz. Başkalarının felaketine sevinmez. 

 Densizliğe yumuşak davranır. Adaletle karşılık verir. 

Müminin namazı huşu içinde (kendini Allah'a vermiş halde) olur, rukua gidişi uygundur. Onun, sabrı takva, sessizliği baştan başa tefekkür, bakışı tamamen ibret ve ders almadır. 

Alimlerin meclisine gider, ilim öğrenmek için; onların yanında sükût eder, rahatsız etmemek için. Konuşursa sevap için, faydalanmak için konuşur. İyi bir iş yaparsa sevinir, kötü ve yanlış bir iş yaparsa tövbe ve istiğfar eder. Kendisine bir densizlik yapılırsa yumuşak başlı davranır. Zulmedilirse sabreder. Kendisine hakaret edilirse adaletli davranarak karşılık verir. 

Allah'tan başkasından yardım dilemez. Ondan başkasına sığınmaz. Topluluk arasında vakarlıdır, tek başına bulunduğunda şükreder. Rızkına kanaat eder; felaketlere, musibetlere sabreder. Gafiller arasında bulunursa hakkı söyleyenlerden, hakkı söyleyenler arasında bulunursa tövbe ve istiğfar edenlerden olur. 

 Siz değiştiniz. Allah da sizi değiştirdi: 

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sahabeleri işte böyleydiler. Derece ve sıralarına göre, dünyada yaşadıkları sürece şanlarına yakışan şekilde yaşadılar. Sonra teker teker Allah'a ulaştılar. 

Ey Müslümanlar! Sizden önceki olgun Müslümanlar da öyle idiler. Ancak siz değiştiğiniz için Allah da sizi değiştirdi. 

'Bir millet kendi iyi hallerini kötü ve fena hale, çevirmedikçe Allah o milletin halini kötü hale çevirmez. Allah bir topluluğa da bir kötülük diledi mi onun geri çevrilmesi imkânsızdır. Ve toplum için Allah'tan başka bir koruyucu da yoktur.' 

 Lüzumsuz sözle uğraşmadılar. 

İslam daveti ilk müminlerin kulağına ulaşınca onlar hemen o anda iman ettiler, ona hemen lebbeyk dediler. Bu davete iman, onların kalplerinin derinliklerine işledi. Onların kalpleri, bedenleri, gözleri Allah'ın heybeti, azameti karşısında eğildi. Vallahi ben onları gördüğüm zaman, sanki onlar dinin gerçeklerini gözleri ile çekişen ve yanlışın peşinde koşan kimseler değildi. Lüzumsuz sözlerle uğraşmazlardı. Allah'tan onlara ne gelmişse hemen inandılar.
Allah Teala onları Kuran-ı Kerim'de bakınız ne güzel övmekte ve tarif etmektedir: 

'Rahman olan Allah'ın kulları o kimselerdir ki, onlar yeryüzünde tevazu ve vakar ile yürürler. Cahiller kendilerine laf anlattıklarında da 'selam' derler. Cahillik yapıldığında duruşlarını değiştirmediler. 

Onlar yumuşak başlı kimselerdi. Hiç cahillik yapmazlardı. Başkası da cahillik yaparsa onlar bu halde de, ağırbaşlılıklarını ve vakarlarını bozmazlardı. Onlar Allah'ın kulları ile işe yarar söz dinlemek için gündüzlerini geçirirler, Allah onların gecelerini hayırlı gece olarak bildirmiştir ve şöyle buyurmuştur: 

'Onlar gecelerini ayakta durarak ve secde yaparak (namaz kılarak) geçiren kimselerdir. 

Yanaklarında gözyaşları çizgi oluşturmuştu. Gerçekten onlar ayakları üzerine dikili kalırlar, yüzlerini yere sürerler, secde yaparlardı. 

Onların yanaklarında gözyaşlarının bıraktığı çizgiler vardı. Allah korkusu onların gözlerini yaşla doldurmuştu. Gecelerini uykusuz, gündüzlerini Allah korkusuyla geçirmek, onlar için bir mesele değildi. 

Allah Teala şöyle buyuruyor: "Onlar Ey Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzaklaştır. Muhakkak cehennem azabı sürekli bir felakettir derler." Ey insanlar. Boş temennilerden vazgeçin. Halbuki sizler ne yazık ki sadece temenni etmekle yetiniyorsunuz. 

Ey insanlar! Bu boş temennilerden vazgeçin. Çünkü Allah Teala hiçbir zaman hiçbir kuluna, dünyada da ahirette de kuru arzusu ve boş temennisinden dolayı bir şey vermemiştir."



[KAYNAK]

29 Mart 2015 Pazar

Herşeyi Bilmek



Herşeyi bilmek iyi mi?
Adamın biri Musa Aleyhisselâm'a:
— Ya Musa, ben bütün hayvanların dilinden anlamak istiyorum. Tur'u Sina'ya gittiğin zaman Allah'tan iste de benim duamı kabul etsin, diyordu.
Musa Peygamber:
— Her şeyi bilmek iyi olmaz. Senin hayvanların dilinden anlamaman daha iyidir. Bu sevdadan vazgeç, dediyse de, adam illâ öğrenmek istiyordu.
Bir gün Musa Aleyhisselâm Tur'a çıktığı zaman Cenab-ı Allah Musa Aleyhisselâm'a:
— «Ya Musa! O kulumun duasını kabul ettim, bundan sonra bütün hayvanların dilinden anlayacak. Yalnız her şeye ehemmiyet vermesin, sonra onun için iyi olmaz.» buyurmuştu.
Musa Aleyhisselâm, Tur'u Sina'dan geldikten sonra durumu bildirip her şeyle fazla ilgilenmemesini söyledi. Kendisine selâhiyet verilen adam, akşam ahıra hayvanlarını yemlemeye girmişti. Orada eşekle öküzün konuşmalarına şâhid oldu.
Onlar aralarında şöyle konuşuyorlardı:
Öküz:
— Yahu eşek kardeş, senin işin ne iyi, bana yazın rahat yok, kışın rahat yok. Sabah olacak çifte koşacaklar, ama sense akşama kadar rahat gezeceksin, diyordu.
Eşeğin öküze nasihati şöyle oldu:
— Bunlar hep senin ahmaklığından... Sen sabah olunca hasta numarası yaparsın, akşamdan sahibimizin döktüğü yemi bile yemezsin. O da sabahleyin seni bu haliyle görünce çifte koşmaktan vazgeçer ve birkaç gün olsun istirahat etmiş olursun, dedi.
Bu sözler öküzün hoşuna gitmişti. Hakikaten yem yemedi ve öyle aç karnına sabaha kadar yattı. Eşek ise öküzün yemlerini bile kendisi yemişti. Tabii bunların bu konuşmalarını sahibi duymuş ve gülerek ahırdan çıkmıştı.
Sabah oldu, adam ahıra girdi ki, öküz aç. Kalkması için birkaç tekme vurdu ise de öküz hastalanmıştı.
Adam:
— Bu sefer de onun yerine eşeği koşalım, diyerek aldı tarlaya götürdü
Akşama kadar eşekle çift sürdü. Eşeğin emdiği süt burnundan gelmişti. Akşam eve geldiği zaman öküz rahat rahat geviş getiriyor kendi kendine hakikaten bu iyi bir numara oldu diyordu. Eşek bu işin çekilemeyecek gibi olduğunu görünce öküze başka yoldan akıl verip kurtulmak istedi:
-Öküz kardeş, sen böyle yatarsan sahibimiz seni satacak. Bu gün tarlada beni gören köylüler sordular. O da, zaten tembel bir öküzdü, şimdi de hasta oldu. Yarın kasaba vereceğim, dedi. Eğer yarın' da böyle yaparsan kendini bıçağın altında bil, diyerek sabahleyen çifte gitmekten kurtuldu.
Adam bunların bu konuşmalarını dinledikçe kendi kendine gülüyor ve:
- Gördün mü ne kadar iyi bir şeymiş hayvanların dilinden anlamak, diyordu.
Ertesi sabah horozla köpeğin konuşmalarına şahit oldu.
Horoz:
-Yarın efendinin, öküzü ölecek. Sana müjdem var. İyi bir ziyafet olacak senin için, diyordu.
Adam bunu duyar duymaz hemen pazara götürüp öküzünü sattı ve zarardan kurtuldu.
İkinci gün oldu, köpek horoza:
- Niye yalan söyledin? Hani ziyafet? Adam öküzü sattı kurtuldu, dediğinde, bu sefer horoz:
-Hiç merak etme! Öküzü sattı ama, yarın kölesi ölecek ve onun hayrına mutlaka bir yemek yedirirler. Sen de artıklarından istifade etsen yeter, dedi.
Adam bunu da duymuştu. Hemen pazara çıkarıp kölesini de sattı.
Köpek gene ziyafete erişememişti. Horoza:
-Beni ne kandırıp duruyorsun? diye çıkıştı.
Horoz:
-Ben yalan söylemem... Ziyafet var dediysem vardır. Efendimiz öküz ve köleyi satarak zarardan kurtuldu ama, yarın kendisi ölecek, işte o zaman ziyafetin büyüğü olacak, dedi.
Adam horozdan bunları duyunca etekleri tutuştu. Ne yapacağını şaşırdı ve doğru Hazreti Musa'nın huzuruna çıkıp durumu anlattı:
-Hakikaten ben yarın ölecek miyim? Bunun bir çaresi yok mu? diye yalvarmaya başladı.
Musa Aleyhisselâm:
-Ben sana demedim mi? Her şeye ehemmiyet vermeyeceksin diye... Eğer sen öküzü satmasaydın, o ölecek ve belâ atlatılmış olacaktı. Ama sen onları satmakla başkalarının zarar etmesini istedin. Kendi menfaatini düşünüp başkalarını kendisi gibi hesap etmeyenin hali budur, dedi.

Rüyada Bildirilen Beş Sır

Rüyada Bildirilen Beş Sır


Önceki Peygamberlerden birisi, bir gün bir rüyâ görür. Rüyâsında kendisinden, sabahleyin kalkınca karşısına ilk çıkan şeyi yemesi, ikinci olarak karşılaştığı şeyi gizlemesi, üçüncü olarak karşılaştığı şeyi kabûl etmesi, dördüncü olarak, karşılaştığını yeise, ümitsizliğe düşürmemesi, beşinci olarak karşılaştığından da kaçması istenir.
Sabah olur. O peygamber aleyhisselâm kalkınca, karşısında gözüne ilk çarpan büyük ve kapkara bir dağ olur. Bu manzara karşısında duraklar, hayrete düşer ve kendi kendine, "Rabbim bana onu yememi emretti. Rabbim bana, gücümün yetmeyeceği şeyi emretmez" diye düşünür.
Onu yemeğe azmederek oraya doğru yürür. Fakat yanına yaklaşınca dağ birden küçülür, küçülür ve baldan daha tatlı bir lokma hâline gelir. Peygamber onu yiyerek yola koyulur.
Biraz gidince karşısına altın bir tas çıkar. Hemen bir çukur açarak onu toprağa gömer ve tekrar yola koyulur. Fakat biraz gittikten sonra dönüp arkasına baktığında altın tasın toprağın üstüne çıkmış olduğunu görür. Geri döner. Onu tekrar gömerek yine yoluna devam etmek üzere hareket eder. Fakat biraz gidince yine dönüp geriye baktığında, altın tasın yine dışarıda olduğunu hayretle müşâhede eder. Bu dönüp gömmeler birkaç defa tekrarlandığı hâlde altın tas yine üste çıkar. Nihâyet peygamber, "Ben, Rabbimin bana olan emrini yerine getirdim" diyerek onu gömmek için bir daha geri dönmez ve yoluna devam eder.
Biraz gidince, kendisine doğru gelen bir kuşla karşılaşır. Kuşun peşinde de bir şâhin var. Kuş, "Ey Allahın nebîsi, beni kurtar" diyerek Peygamberden yardım ister, Peygamber de onu himâyesine alarak, "Üçüncü olarak karşılaştığın şeyi kabûl et" emri gereğince onu yeninin içine saklar.
Bu arada onu avlamak için peşinden gelmekte olan şâhin gelip, "Ey Allahın nebîsi, ben aç idim. Sabahtan beri onu avlayıp karnımı doyurmak için uğraşıyordum. Tam yakalayacağım sırada onu benden aldın. Rızkıma mâni olma!" der. Bu sırada Peygamber aleyhisselâm, "Benden, üçüncü olarak karşılaştığımı kabûl etmem, dördüncü olarak karşılaştığımı da yeise düşürmemem istenmişti. Üçüncü bu kuş. Onu kabûl edip kurtardım. Ya dördüncüyü ne yapayım? Onu ümitsizliğe düşürmemem lâzım" diye düşünür. Yanında bulunan etten biraz keserek beklemekte olan avcı kuşa atar. O da onu alıp gider. O uzaklaşınca saklamakta olduğu kuşu da salıvererek yoluna koyulur.
Yolda ilerlerken beşinci olarak pis kokulu bir cîfe, pislik ile karşılaşır. Geceki rüyâ gereğince ondan da süratle uzaklaşır. O gece rüyâsında kendisine gündüz olan hâdiselerdeki hikmet, sır şöyle izâh edilir:
"Birinci olarak, çok büyük ve kapkara bir dağ olarak gördüğün ve sonradan baldan daha tatlı bir lokma hâline gelen şey, öfke ve kızgınlıktır. Öfke, önce büyük bir dağ hâlindedir. Sabır edildiği ve yenildiği zaman baldan daha tatlı bir lokma olur.
İkinci olarak karşılaştığın altın tas, güzel ve iyi amellerdir. İyi ve güzel ameller, hareketler, davranışlar ne kadar örtülürse örtülsün, yine de açığa çıkar ve kendilerini belli ederler.
Üçüncü olarak, sakladığın kuş, sana sığınana ihânet etmemeni, himâyene almanı öğretmek istemektedir.
Dördüncü hâdise, birisi senden bir şey istedi mi, kendi ihtiyâcın olsa bile onun hâcetini görmek gerektiğine işârettir.
Beşinci olarak karşılaştığın ve kendisinden kaçtığın pis kokulu cîfe gıybete işârettir. Gıybet eden, ötekini-berikini çekiştiren insanlardan, pis kokulu cîfeden kaçarcasına kaç!..

Sen de gel












Hz.Mevlana'nın gönlü o kadar geniş ki O'nu çekemeyenlerden birisi bir mektup yazar Hz.Pir'e :
Mektupta özetle :
" Sen ne biçim müslümansın , dinin de bir izzeti şerefi var ... ! 
Müslümana gel , yahudiye gel , mecusi'ye gel ..... tövbeni bozsan yine gel ... olur mu öyle şey ... !
Manasında uzunca bir mektup yazar .
Mevlana hz.leri mektubu sabırla okumuş ve arkasın şu cümleyi yazarak sahibine geri göndermiş :
" SEN DE GEL !!! "