29 Kasım 2016 Salı

Hz Hızırı Görmek Isteyen Kadın


Sultan II. Mahmud Han zamanında yaşlı bir kadıncağız duymuş ki, Hazreti Hızır her gün yatsı namazında, Yeni Câmî'de görülürmüş. Kendisi de zâten Hızır Aleyhisselâm'ı görmeyi öteden beri çok istermiş. Duyduğu söz üstüne ertesi gün kocasına durumu bildirip, ondan izin alarak yatsı namazına Yeni Câmî'ye gitmiş. Namaz çıkışında, avluda bir kenara çekilmiş ve başlamış çıkanlara dikkatli dikkatli bakmaya. O pür dikkat çıkanları tâkip ederken, karşısından bir yaşlı amca çıkagelmiş.

- Neye bakarsın hâtun?

-Dediler ki, bu câmîde her gece Hızır Aleyhisselâm görünürmüş. Onu görmeye geldim.

-Peki onu görsen nasıl tanıyacaksın?

-Bilmem.

-O zaman buradan geçse, sen onu tanıyamazsın.

-Doğru, nasıl da akıl edemedim.

-Bak öyleyse, sana onu nasıl tanıyacağını öğreteyim.

-Olur

-Arkamdaki câmîyi görüyor musun?

-Evet

-Işıklarına bak. Söndü mü şimdi?

-A evet, söndü.

- Şimdi bir daha bak, ışıklar tekrar yandı mı?

-Baktım. Evet şimdi de yandı.

-Peki öyleyse. İşte aynı böyle, arkasında duran câmînin ışıklarını olduğu yerden kıpırdamadan yakıp söndüren birisini görürsen, işte o Hızır'dır.
-Doğru mu?

-Doğru
       
-Hay Allah râzı olsun, demiş ve kadın beklemeye devâm etmiş. Fakat tabiî herkes dağıldığı halde, târife uygun kimse çıkmamış. Bizimki de mahzun eve dönmüş. Kocası sormuş:

-Gördün mü Hızır Aleyhisselâm'ı?

-Yok, göremedim.

-Vah vah.

-Olsun, göremedim ama, nasıl görülür çok iyi öğrendim.

27 Kasım 2016 Pazar

Babadan Gelin Kızına Ögutler

Bir babanın gelin kızına yazdıği mektup..



Gelin arabasında âdeta cenaze havası vardı. Gelin ve damadın ikisi de bir karış suratla, hiç konuşmadan oturuyorlardı. Düğün az önce bitmiş, evlerine gidiyorlardı. Arabaya oturana kadar düğünde ikisi de zoraki gülümsemişlerdi. Artık bütün enerjileri bitmişti.

Oysa bu günü ne çok beklemişlerdi… İki yıl olmuştu tanışmalarına. Çok sevmişlerdi birbirlerini. Düğün günü ömrünün en mutlu günü olacak diye düşünmüştü Mehlika. Bu yüzden bugünü burnundan getiren kayınvalidesini bir kaşık suda boğmak istiyordu. Kayınvalidesi hiç kimseyi dinlememiş, ucuza gelsin diye kendi istediği düğün salonunu tutmuştu. Salon davetlilere küçük gelmiş, ayakta kalanlar olmuştu.

Mehlika ve annesi “Ele güne mahcup olduk!” diye çok fena sinirlenmişlerdi. Mehlika düğün boyunca söylenmese Abdullah için bir problem yoktu. Anne babası aksaklıkları gidermek için uğraşıyorlardı. Ayakta kalanlara sandalye ve masa ayarlamaya çalışıyorlardı.

Düğün bittiğinde Mehlika salonda anne babası ile vedalaştı. Annesinin yüzünden düşen bin parçaydı. “Seviyorum, âşığım demeseydin ben bu pintilere kız mı verirdim?” diye söylendi. Mehlika ne diyeceğini bilemedi. Babası kimseye göstermemeye çalışarak eline bir zarf tutuşturdu. “Bunu eve gidince mutlaka oku.” diye eğilip kulağına fısıldadı. Mehlika zarfı çantasının içine koydu.

Eve varana kadar hiç konuşmadılar. Kapıya geldiklerinde Abdullah anahtarı çıkardı, kilidin üzerine taktı fakat kapıyı açmadı. Döndü, Melika’ya baktı:

“Karıcığım gel şu an itibariyle bütün tatsızlıkları dışarıda bırakalım ve evimize iki sevgili olarak girelim. Yaşadığımız hiçbir şey bizden daha mühim değil.” dedi.

Mehlika “Tamam…” diyemedi. Düğün boyunca içinde biriktirip söyleyemediği şeyler vardı. Onları Abdullah’a söylemeden rahat edemezdi.

“Senin için söylemek kolay…” dedi. “Düğünüm burnumdan geldi. Tabii annenin yaptıklarını duymak istemiyorsun. Bundan sonra anneni asla görmek istemiyorum.”

“O düğün aynı zamanda benim de düğünümdü, sen üzüldüğün için benim de burnumdan geldi… Ne yapalım, olan oldu. Bunların hepsini dışarıda bırakalım diye sana gül uzatıyorum.”

“Kapıyı aç, ben çok yorgunum, ayakta durur halim yok.” dedi Mehlika.

“İyi o zaman, ben de yorgunum, bu akşam düğüne ait hiçbir şey duymak istemiyorum, yarın konuşuruz.” dedi ona karşılık Abdullah.

Evlerine girdiler ve hiç konuşmadan sessizce yattılar. Birbirlerine dokunmak bile istemiyorlardı. Mehlika düğün gecesi giymek için hazırladığı ipek gecelik yerine ayıcıklı pjama takımlarını giyip yatağın bir ucuna kıvrıldı. Abdullah da diğer ucuna yattı. Çok yorgun olmalarına rağmen ikisini de uyku tutmuyordu, yatakta dönüp durdular.

Mehlika’nın aklına babasının verdiği zarf geldi. Yataktan usulca kalkarak çantasını alıp salona geçti. Zarfı açtığında içinden bir mektup çıktı. Babası ona mektup yazmıştı. Merak içinde hemen okumaya başladı.

Sevgili kızım, Mehlikam!

Bugün yuvadan uçtun. Artık kendi yuvanı kurma zamanı. İnşallah çok mutlu olursun. Mutluluğuna katkısı olsun diye bir baba olarak sana nasihatlerim var. Bunları sana söylemeyi düşündüm fakat “Söz uçar, yazı kalır…” derler. Kalıcı olsun diye yazmaya karar verdim.

Belki diyeceksin ki “Baba senin çok mutlu bir evliliğin mi vardı ki bana nasihat ediyorsun?” Biliyorum kızım, mutlu bir evliliğimiz yok, zaten bunun için yazıyorum sana.

Biz annenle birbirimize âşık olarak evlenmiştik; fakat aşkımız pek uzun ömürlü olmadı. Ben de annen de hata yaptık. Bu aşkın neden bittiğini, neden sevgisiz bir evliliğe kendimizi mahkûm ettiğimizi ben ayrı izah ediyorum, annen de kendine göre açıklıyor. “Kızlar annelerini model alır.” derler. Beni annenden soğutan hataları bu yüzden yazıyorum ki sen de aynısını yapma. Çünkü sen bir kadın olarak erkeklerin nelerden çok incindiğini bilemezsin. Bu sözlerim kulağına küpe olsun.

Yavrucuğum, erkeği üç şey çok incitir:

Birincisi: Karısı tarafından saygı görmemek, adam yerine konmamak erkeği çok incitir ve karısına olan sevgisini bitirir. Kadın kocasını evin reisi olarak değil de terbiye edilmesi gereken bir çocuk olarak görür, tenkit eder, azarlarsa yani erkeğin erkek olmasına izin vermezse karı-koca arasında muhabbet olması mümkün değildir. Aman kızım, kocana saygılı ol ki o da sana sevgisini göstersin.

İkincisi: Bir kadın kocasının ailesini sevmiyorsa, saygı duymuyorsa erkek karısına çok kırılır.

Canım kızım, eşinin ailesine saygılı ol ve onları sevmeye gayret et. Arkalarından konuşma. Hataları elbette olacaktır, hepimizin olduğu gibi. Hatalarına takılma, gözünde büyütme.

Hiçbir erkek “Seni çok seviyorum aşkım ama anneni sevmiyorum…” diyen bir kadının sevgisinin gerçek olduğuna inanmaz. Kadınların çoğu bu ifadeyle söylemese de eşlerine annesini sevmediğini her vesile ile anlatırlar. Bir erkeğe “Annen dedikoducu, annen cimri, annen arkamdan konuşuyor, annen temiz değil…” denmesi erkek için “Sen dedikoducu, kötü bir kadının kötü oğlusun…” demektir. Erkekler bunu “Sen kötü kadının iyi oğlusun…” diye anlamazlar.

Erkekler korumacıdır. Vatanı aileyi korumak bizim vazifemizdir. Sadece eşimizi ve çocuklarımızı değil; annemizi ve kız kardeşlerimizi de korumak isteriz.

Kocanın annesi hakkında söyleyeceğin her kötü söz; kocanın kalbine attığın kocaman bir ısırıktır. O ısırık yüreğini kanatır, içini sızlatır. Isırık izleri yan yana çoğaldıkça büyük bir yaraya dönüşür. O yaralı yürekle seni ne kadar sevmesini bekleyebilirsin?

Erkeğin kalbi kadınındır; kadının kalbi de erkeğindir. Eşin kalbinde senin sevgini taşıdığı için o kalp sana aittir. O kalbi kırma, yaralama, iyi bak ki sevginiz zarar görmesin.

Kocana annesinin hatalarını göstermek için boş yere uğraşıp onu kırma. Kadınlar zannederler ki biz erkekler annelerimizin hatalarını görmüyoruz. Oysa annelerimizin bütün hatalarını görürüz; fakat eşlerimize itiraf etmek zorumuza gider. Annemiz nasıl küçükken bizi koruyup kollamışsa biz de onu koruyup kollamak isteriz. İşte bu yüzden kadın kayınvalidesinin hatalarını söyleyince erkek hatasını gördüğü halde annesini savunur.

Kayınvaliden senin arkandan konuşsa bile sen onun için kötü bir şey söyleme kızım. Birbirini kötüleyen iki kadının ortasında kalan erkek daha çok annesinin tarafında olur, ona inanır. Onunla kan bağı ve uzun bir geçmişi vardır. Onu doğuran, büyüten, üzerinde o kadar emeği olan annesine sırtını dönüp karısının yanında yer almak istemez. Akıllı bir kadın hiçbir zaman kocasını annesi ile kendi arasında bırakmaz.

Kocana annesinin hatalarını göstermek istiyorsan ona annesini öv, annesi hakkında iyi şeyler söyle. Mesela annesi:”Karın kötü, dağınık…” diyor; sen “Annen çok iyi bir kadın, onu seviyorum” diyorsun. Ne düşünür erkek? “Karım ne kadar iyi bir kadın, demek ki annem onu kıskandığı için arkasından konuşuyor.” O zaman annesi senin için ne söylerse söylesin kocan ona inanmaz, tam aksi, güzel tutumundan dolayı seni takdir eder.

İşte böyle güzel kızım. Kocanın ailesi ile uğraşma. Sevginize kendi elinle zarar verme. Kayınvaliden ne yaparsa yapsın, sen doğru davranışı gösterirsen mutluluğunuza gölge bile düşüremez.Gelinler yardım etmezse kayınvalideler evliliklere zarar veremezler.Kocanla yapacağın hiçbir tartışmaya ailesini karıştırma. Ailelerimiz bizim zayıf yanlarımızdır. Onlara gücümüz yetmez, istesek de değiştiremeyiz onları. Bu yüzden kocanı hiçbir zaman zayıf noktasından vurma ki senden nefret etmesin.

Üçüncüsü: Bir babanın kızına söylemesi ne kadar uygun olur bilmiyorum ama erkeğin yatakta karısı tarafından reddedilmesidir. Bu da erkeği çok fazla yaralar, incitir, karısından soğutur.

Sevgili kızım Mehlika’m,

Benim söyleyeceklerim bu kadar. Sözlerimi okuyup geçme, bu sözlerde yılların tecrübesi var. Bunları annene anlatamadım, biz mutlu olamadık; ama sen anla ve mutlu ol kızım.

Seni çok seven baban.

Mehlika, elinde mektup, uzun uzun düşündü. Mektubu iki kez daha okudu. Sonra gitti, bu gece için önceden hazırladığı geceliğini giydi, saçlarını taradı ve yatağa girip sırtı dönük yatan kocasına sarıldı. Kulağına “Tatsızlıkları bir daha açmamak üzere geride bırakacağıma ve bundan sonra ‘sevdiğimi doğuran kadına’ iyi davranacağıma söz veriyorum.” dedi. Ona dönüp bakan kocasının gözlerinde gördüğü sevgiden dünyada daha değerli hiçbir şeyin olmadığını düşündü.

Sema Maraşlı

25 Kasım 2016 Cuma

Mevlana ile Hacı Bektaş Veli'nin Birbirine Olan Inceligi


Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır.

Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektas Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister.

O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görüyordur.

Durumu Hacı Bektas Veli'ye anlatır ve Hacı Bektas Veli
- ' helal değildir ' diye bu kurbanı geri çevirir.

Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatır .

Mevlana ise ; bu hediyeyi kabul eder.

Adam ayni şeyi Hacı Bektas Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.

Mevlana söyle der:

- Biz bir karga isek Hacı Bektas Veli bir şahin gibidir.

Öyle her leşe konmaz.

O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektas dergâhı'na gider ve Hacı Bektas Veli'ye,

Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektas Veli'ye sorar.

Hacı Bektas da söyle der:

- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise

Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir.

Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez.

Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."

Böylesi incelik ve tevazu ile, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi becerebilenlerden olmamız dileğiyle..